İnançlı İşlem
- Av. Gözde Nur Altınova
- 7 Kas 2024
- 18 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 20 Nis
İnançlı işlem, taraflar arasında güvene dayalı olarak gerçekleştirilen ve belirli bir koşulun gerçekleşmesine bağlı olarak sonuçlanan hukuki bir işlemdir. Bu tür işlemler, genellikle üçüncü kişilerle yapılacak hukuki işlemlerin gelecekteki durumlarına göre şekillenir. İnançlı işlem, hem bireysel hem de ticari ilişkilerde karşılaşılan bir durumdur ve bazen eşler arasında, bazen de borçlu-alacaklı ilişkilerinde görülmektedir. Bu yazıda, inançlı işlemin hukuki boyutları, örneklerle açıklanacak ve inançlı işlemlerle ilgili karşılaşılan yaygın sorunlar ele alınacaktır.
1. İnançlı İşlem Nedir?
İnançlı işlem, taraflar arasında belirli bir güven ilişkisine dayalı olarak yapılan ve belirli koşulların sağlanması durumunda yerine getirilmesi gereken bir hukuki işlemdir. Bu tür bir işlemde, taraflar bir üçüncü kişiyle hukuki bir işlem yapmak üzere anlaşırlar ve bu işlemin gerçekleştirilmesi, belirli bir koşulun gelecekte sağlanmasına bağlıdır. Yani, taraflar arasındaki ana hedef, ileride bir işlem yapmaya yönelik bir taahhüttür. Örneğin, A, yasal engeller nedeniyle Türkiye'de taşınmaz satın alamayan yabancı uyruklu bir kişidir. A, B ile anlaşarak, köydeki bir taşınmazı B'nin adına almayı kabul eder ve ilerleyen zamanlarda yasal engeller kalktığında, taşınmazın mülkiyetinin kendisine devredilmesi konusunda bir güven ilişkisi kurar. Burada A, inanan kişi; B ise inanılan kişidir.
Bir başka örnek, borçlunun alacaklılarından mal kaçırmak amacıyla yaptığı inançlı işlemi ele alalım. B, borçlarını ödeyemediği için alacaklılarının haciz işlemleriyle karşı karşıya kalmaktadır. B, bir araba almak ister fakat bu arabanın kendi üzerine kaydedilmesi durumunda haciz edilmesinden korkar. Bu sebeple, arabayı kardeşi A'nın üzerine aldırır ve aralarındaki güvene dayalı bir anlaşma gereği, borcun ödendiği zaman arabanın B'ye geri verilmesini kabul eder. Bu tür işlemler, taraflar arasında karşılıklı güvene dayalı olarak yapılmakta ve gelecekteki koşullara bağlı olarak sonuçlanmaktadır.
2. İnançlı İşlem ve Eşler Arasındaki Kullanımı
İnançlı işlemler, eşler arasında da sıkça görülmektedir. Örneğin, A ve B evli bir çifttir ve bir kooperatife üye olup konut sahibi olmak istemektedirler. Kooperatifin aidatlarını A ödemekte, ancak tapu işlemleri tamamlandığında, konutun tapusunun hem A hem de B'nin üzerine verilmesi konusunda bir anlaşma yapmışlardır. Ancak, inşaat tamamlandığında B, anlaşmaya uymayarak tapunun sadece kendisine verilmesini ister. Bu durumda, A, inançlı işlem gereği, B'nin bu davranışına karşı hukuki yollara başvurabilir ve anlaşmayı kanıtlamak için yazılı delil sunarak hakkını arayabilir.
3. İnançlı İşlem ile Muvaazalı İşlem Arasındaki Fark
İnançlı işlem, bir tarafın başka bir kişiye güvenerek hukuki bir işlem yapmasını içerirken, muvaazalı işlemde taraflar, görünürde bir işlem yapıp gerçekte bu işlemi gizlerler. Örneğin, bir borçlu, taşınmazını alacaklısına devretmek istemektedir ancak bu devri, yalnızca görünürde yapmaktadır; gerçekte taşınmazın mülkiyeti, borç ödendiğinde borçluya geri verilmek üzere alacaklıya verilmiştir. Bu tür işlemler, inançlı işlem değil, muvaazalı işlem olarak kabul edilir.
4. İnançlı İşlemde İspat Sorunu
İnançlı işlemle ilgili uyuşmazlıklar, genellikle ispat sorunlarıyla karşı karşıya kalır. İnançlı işlemin varlığının kanıtlanması için yazılı bir delil gereklidir. Örneğin, A, taşınmazı B'ye devretmiş ancak ilerleyen zamanlarda tapu kaydının kendisine yapılmasını talep etmektedir. Bu durumda, A'nın inançlı işlemdeki iradesini ispat edebilmesi için yazılı bir belge sunması zorunludur. Yazılı delil, inançlı işlemin geçerliliğiyle ilgili değil, yalnızca ispatı ile ilgilidir.
5. Sonuç ve Hukuki Durum
İnançlı işlem, tarafların birbirine duyduğu güvene dayalı olarak gerçekleştirilen bir işlemdir. Taraflar, anlaşmaya uygun hareket etmekle yükümlüdür. İnançlı işlemde, öngörülen koşullar gerçekleştiğinde, inanan kişi, inanılan kişiden belirtilen işlemi yerine getirmesini talep edebilir. Bu tür bir işlemin ispatı ise yazılı delil ile yapılmak zorundadır. İnançlı işlemde, taraflar arasındaki güven, hukuki bir yükümlülük doğurur ve bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi durumunda, mağdur taraf hukuki yollarla hakkını talep edebilir.

İnançlı İşlem ile İlgili Yargıtay Kararları
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2005/14-395 E. 2005/421 K. 29.06.2005 KT.
Taraflar arasındaki “tapu iptali ve tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Muğla Asliye 2.Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 23.09.2003 gün ve 2001/646 E.2003/815 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 14.Hukuk Dairesinin 08.04.2004 gün ve 2004/989-2835 sayılı ilamı ile;
(...Dava, inanç sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.
05.02.1947 tarih 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği gibi; inanç sözleşmesi, inanç gösterilene bir hakkın kullanılmasında davranışlarını, inanç gösterenin tespit ettiği amaca uydurmak borcunu yükler. Diğer bir anlatımla, inanç gösterilen kişi, inanç gösteren namına yapılacak bir işlemden sonra, taşınmazın mülkiyetini ona yani inanç gösterene geçirme yükümlülüğü altına girmiştir. Bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi halinde, bunun dava yoluyla hükmen yerine getirilmesi istenebilir.
İnanç sözleşmeleri anılan İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca;
Yazılı delil ile kanıtlanabilir. Bu yazılı delil, olayın kanıtlanmasına tek başına yeterli olmalı ve kendisine inanç gösterenin imzasını taşımalıdır. Böyle bir yazılı belgenin bulunmaması halinde ise en azından olayın tamamının ispatına yeterli olmamakla birlikte bunun vuukuna delalet edebilecek ve karşı taraf elinden çıkmış delil başlangıcı niteliğinde bir belgenin söz konusu olması halinde de inanç sözleşmesinin tanık dahil her türlü delil ile kanıtlanması mümkün olabilir.
Bunlardan hiçbirinin olmaması durumunda dava redde mahküm ise de, eğer davacı taraf delilleri arasında yemine de dayanmışsa, mahkemece davalıya yemin teklifine hakkı olduğu hatırlatılması gerekir.
Bu ilkeler ışığında somut olaya bakıldığında;
Davacı taraf yukarıda belirtilen İçtihadı Birleştirme Kararında belirtilen yazılı delil veya davanın tamamen ispatına kafi olmamakla beraber vukuuna delalet edebilecek karşı taraf elinden çıkmış bir belgeyi dosyaya ibraz edememiş ve iddiasını yazılı delil veya yazılı delil başlangıcı ile kanıtlayamamıştır. Bu durumda, davacı delil listesinde sair delillere de dayandığını bildirdiğinden mahkemece davacı tarafa davalıya yemin teklif etme hakkı hatırlatılarak sonucuna göre karar verilmesi gerekir iken yazılı gerekçelerle kabul kararı verilmesi doğru görülmemiştir...)
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu Kararı
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
Sonuç
Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 29.06.2005 gününde bozmada oybirliği sebebinde oyçokluğu ile karar verildi.
Karşı Oy Yazısı
İnanç sözleşmesine dayalı olarak açılan davada yerel mahkemece, inançlı işlemin yazılı belgesinin bulunmamasına rağmen diğer deliller ve tanık beyanlarına göre davanın kabulüne karar verilmiş, davalının temyizi üzerine Yüksek 14. Hukuk Dairesi davacının yazılı delil ibraz edemediği gibi yazılı delil başlangıcının da bulunmadığını,bu durumda davacı delil listesinde ( sairdeliller) e dayandığından mahkemece davacı tarafa yemin teklif etme hakkının hatırlatılması ve sonucuna göre karar verilmesi gerekçesi ile bozulmuş,yerel mahkeme toplanan delillere göre davanın ispatlandığını belirterek eski kararında direnmiştir.
Burada hukuki olarak çözümlenmesi gereken konu öncelikle inançlı işlemin yazılı belge dışındaki delillerle ispatının mümkün olup olmadığı ikincisi de böyle bir belge yoksa yemin teklif edilip edilemeyeceğidir.Bilindiği gibi yasalarda inançlı işlemle ilgili bir hüküm bulunmamaktadır,uygulamanın getirdiği gereksinimler nedeni ile bu yola gidilmiş ve bazı koşullarla inançlı işlemin varlığı kabul edilmiştir.Bunun sonucu olarak da 5.2.1947 gün ve 20/6 sayılı İnançları Birleştirme Kararına göre inançlı işlemin varlığının yazılı bir belge ile ispat edilmesi şartı getirilmiştir.Daha sonraki uygulamalarda İnançları Birleştirme Kararında bulunmamakla birlikte inançlı işlemin yazılı belgesinin inançlı işlemden önce,en geç işlem tarihinde yapılmış olması şartı aranmıştır, Yargıtay Yüksek 1. Hukuk ve Yüksek 14. Hukuk Dairelerinin müstakar içtihatları bu doğrultuda olduğu gibi Hukuk Genel kurulu da aynı görüşü benimsemiştir( Örnek : Y.H.G.K. nun 5.11.2003 gün ve 2003/1-647 E. 2003 /638 K. Sayılı ilamı ) .Bu sınırlamanın amacı aslında geçersiz olan inançlı işlemlerin uygulama alanlarının fazla genişletilmemesidir.Bu nedenle ispat vasıtası olan işlemden önce düzenlenmiş yazılı belge bir anlamda geçerlik koşuluna yaklaştırılmış bir belge niteliğine dönüştürülmüştür.
Sonuç olarak inançlı işlemin işlemden önce ,en geç işlem tarihinde düzenlenmiş belge ile ispat edilmesi gerektiğinden Yüksek 14.Hukuk Dairesinin bu yöne ilişkin bozma gerekçesine katılıyoruz,ancak aşağıda açıklanan nedenler ile inançlı işlemde yemin teklif edilmesi gerektiği yolundaki Daire ve Hukuk Genel Kurulu Kararına katılamıyoruz :Bilindiği gibi Hukuk Usulü Muhakemeleri Yasasına göre senet yani içeriği ve imzası taraflarca kabul edilen yazılı belge,ikrar ve yemin kesin delillerdendir, ancak bu kesin delillerin inançlı işlemde inançlı işlemin yazılı belgesinin işlemden önce,en geç işlem tarihinde düzenlenmiş olması gerektiği yolundaki içtihatlar karşısında uygulama olanağı bulunmamaktadır.Davalının işlemden sonra düzenlenen yazılı belgede işlemin inançlı işlem olduğunu kabul etmesi başka olaylarda kesin delil olduğu halde bu olayda delil olarak kabul edilmeyecektir,çünkü işlemden sonra düzenlenmiştir.Yazılı belgenin bulunmadığı durumlarda davalı gelip mahkemede dava konusu işlemin inançlı işlem olduğunu ancak yazılı belge düzenlenmediğini açıkça belirtse bile bu ikrar yine inançlı işlemin delili olamayacaktır.
Bilindiği gibi yemin bir taraftan sadır olan hukuki fiillerle ilgili olarak mahkemece tarafa verilmektedir,ancak yukarıda da açıklandığı gibi işlemden sonra düzenlenen yazılı belge ve ikrar delil olarak kabul edilmez iken aynı hususların yeminli olarak belirtilmesine hukuki sonuç bağlamak ve inançlı işlemin varlığına delil kabul etmek çelişkidir.Daha açık bir anlatımla inançlı işlemden sonra düzenlenen belge ve yine işlemden sonraki ikrar kesin delil olmalarına karşın bu olayda delil olarak kabul edilmez iken yeminin delil olarak kabulünün geçerli bir dayanağının varlığından söz edilemez.İşlemden önce düzenlenmiş yazılı belge dışında inançlı işlemlere dayalı davalarda davayı sonuçlandıran tek durum davanın kabulüdür,ancak bilindiği gibi davanın kabulü ile maddi olayın kabulü ayrı ayrı şeylerdir,bu nedenle davayı kabul davayı sonuçlandırmakla birlikte maddi olayı kabul nizayı kesin çözüme götürmemektedir.
Sonuç olarak inançlı işlemlerin özelliği gereği başka davalarda kesin delil niteliğinde olan ikrar,ve işlemden sonra düzenlenmiş olsa bile yazılı belgenin delil olarak kabulü mümkün olmadığı gibi aynı biçimde yemin delilinin de kabulü mümkün değildir.Bu nedenle ispat edilemeyen davanın yemin deliline başvurmadan reddine karar verilmesi gerektiği düşüncesindeyiz.
Yargıtay 14. Hukuk Dairesi 2016/6618 E. 2018/6877 K. 17.10.2018 KT.
Davacı vekili tarafından, davalılar aleyhine 18.12.2014 gününde verilen dilekçe ile inançlı işleme dayalı tapu iptali ve tescil talebi üzerine yapılan duruşma sonunda; davanın reddine dair verilen 08.07.2015 günlü hükmün Yargıtayca incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmekle süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:
Karar
Dava, inançlı işleme dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir. Davacı vekili, müvekkilinin murisi/babası ....'ın, maliki olduğu 280 ada 24 parsel sayılı taşınmazı (14.04.1997 tarihli ifraz işlemiyle 280 ada 46 ve 48 parsel sayılı taşınmazları) ileride müvekkiline ve dava dışı kardeşi ...'a verilmesi amacıyla muvazaalı olarak davalıların murisi ....e devrettiğini, müvekkilinin kardeşi ....'ın payına düşen 1/2 hisseyi devralmış olmasına rağmen zilyet olduğu halde müvekkilinin payının halen devredilmediğini ileri sürerek dava konusu taşınmazın davalılar adına kayıtlı 1/2 payının iptali ile müvekkili adına tescilini talep etmiştir.
Davalılar vekili, davacı tarafından ileri sürülen iddianın yazılı belge ile ispatlanması gerektiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, davacı tarafça inançlı işlemi kanıtlayacak nitelikte bir yazılı belge ya da yazılı delil başlangıcı sunulamadığı, dava dilekçesinde açıkça yemin deliline de dayanılmadığı gerekçesiyle ispatlanamayan davanın usulden reddine karar verilmiştir.
Hükmü, davacı vekili temyiz etmiştir.
1- Yapılan yargılamaya, toplanan delillere ve tüm dosya içeriğine göre davacı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde görülmemiş ve reddi gerekmiştir.
2- İnançlı işlemler, inananın teminat oluşturmak veya yönetilmek üzere mal varlığı kapsamındaki bir şey veya hakkını, inanılana devretmesi ve inanılanın da inanç anlaşmasındaki koşullara uygun olarak inanç konusu şeyi kullanmasını, amaç gerçekleştiğinde ise belirlenen şekilde inanana iade etmesini içeren işlemlerdir.
İnançlı bir işlem ile inanan, sahibi olduğu bir mülkiyet veya alacak hakkını inanılana kazandırıcı bir işlemle devretmekte ancak borçlandırıcı bir sözleşme ile de onu bazı yükümlülükler altına sokmaktadır.
İnançlı işlemin taraflarını, inanan ve inanılan oluşturur. Bir hakkı ya da nesneyi, güvendiği bir kişiye inançlı olarak devreden kimseye “inanan” adı verilir. Devredilen hak veya nesneyi, kendisine ait bir hak olarak kendi yararına, doğrudan doğruya ve dolaylı olarak kullanan kişiye de “inanılan” denir. İnananın, inanılana inançlı olarak kazandırdığı hak ya da nesne ise “inanç konusu şey” olarak nitelenir. İnançlı bir işlemde, kazandırıcı işlemin tarafları ile borç doğuran anlaşmanın tarafları aynıdır.
İnançlı işlemde inanılan, hakkını kullanırken kararlaştırılan koşullara uymayı, amaç gerçekleşince veya süre dolunca hak veya nesneyi tekrar inanana (veya onun gösterdiği üçüncü kişiye) devretmeyi yüklenmektedir. İnançlı işlem, kazandırmayı yapan kişiye yani inanana belirli şartlar gerçekleşince, kazandırmanın iadesini isteme hakkı sağlayan bir sözleşmedir. Bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi halinde bunun dava yoluyla hükmen yerine getirilmesi istenebilir.
İnanç sözleşmesi, 05.02.1947 tarihli ve 20/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca ancak, yazılı delille kanıtlanabilir. Bu yazılı delil, tarafların getirecekleri ve onların imzalarını taşıyan bir belge olmalıdır.
Açıklanan nitelikte bir yazılı delil bulunmasa da, taraflar arasındaki uyuşmazlığın tümünü kanıtlamaya yeterli sayılmamakla beraber bunun vukuuna delalet edecek karşı tarafın elinden çıkmış (inanılan tarafından el ile yazılmış fakat imzalanmamış olan bir senet veya mektup, daktilo veya bilgisayarla yazılmış olmakla birlikte inanılanın parafını taşıyan belge, usulüne uygun onanmamış parmak izli veya mühürlü senetler gibi) “delil başlangıcı” niteliğinde bir belge varsa 6100 sayılı HMK’nın 202.maddesi uyarınca inanç sözleşmesi “tanık” dahil her türlü delille ispat edilebilir.
Yazılı delil veya “delil başlangıcı” yoksa inanç sözleşmesinin ikrar (HMK m.188) yemin (HMK m.225 vd) gibi kesin delillerle de ispat edilmesi olanaklıdır. Davacının yemin deliline dayanması halinde hakimin davacıya bu hakkını hatırlatması gerekir. (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 09.12.2015 tarihli, 2014/14-516 E. 2015/2838 K. sayılı kararı da bu doğrultudadır.)
Yukarıda açıklanan ilkeler ışığında somut olaya gelince; davacı, babası ...'ın maliki olduğu dava konusu taşınmazı ileride kendisine ve kardeşine devredilmesi amacıyla davalıların murisi....'e devrettiğini, davalıların ise bu hususu bilmelerine rağmen tapuyu devretmeye yanaşmadıklarını ileri sürerek inançlı işleme dayalı tapu iptali ve tescil isteminde bulunmuş; ancak inançlı işlemin varlığını kanıtlayacak nitelikte bir yazılı belge ya da yazılı delil başlangıcı ibraz edemediği gibi 18.12.2014 tarihli dava dilekçesinde açıkça yemin deliline de dayanmadığından inançlı işlem iddiasını ispatlayamamıştır.
Bu durumda mahkemece, ispatlanamayan davanın esastan reddine karar verilmesi gerekirken usulden reddine karar verilmesi doğru görülmemiş ve hükmün bu nedenle bozulması gerekmiş ise de davanın reddi sonucu itibariyle doğru olduğundan HUMK’nun 438/son maddesi gereğince hükmün gerekçesinin ve hüküm sonucunun düzeltilerek onanmasına karar vermek gerekmiştir.
Sonuç
Yukarıda (1) no'lu bentte açıklanan nedenlerle davacı vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine, (2) no'lu bentte açıklanan nedenlerle temyiz olunan hükmün gerekçesinin ve hüküm sonucunun DÜZELTİLMİŞ bu şekli ile ONANMASINA, peşin yatırılan harcın istek halinde yatırana iadesine, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 17.10.2018 gününde oybirliği ile karar verildi.
Yargıtay 8. Hukuk Dairesi 2014/6656 E. 2014/18280 K. 14.10.2014 KT.
... ile ... aralarındaki tapu iptali ve tescil davasının reddine dair İstanbul Anadolu 21. Asliye Hukuk Mahkemesi'nden verilen 19.11.2013 gün ve 87/437 sayılı hükmün duruşma yapılması suretiyle Yargıtay'ca incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmiştir. Dosya incelenerek işin duruşmaya tabi olduğu anlaşılmış ve duruşma için 14.10.2014 Salı günü tayin edilerek taraflara çağrı kağıdı gönderilmişti. Duruşma günü temyiz eden davacı vekili Avukat ... ve karşı taraftan davalı vekili Avukat ... geldiler. Duruşmaya başlanarak temyiz isteğinin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan ve hazır bulunanların sözlü açıklaması dinlendikten sonra duruşmaya son verilerek; dosya incelendi, gereği düşünüldü:
Karar
Davacı ... vekili, tarafların 1999 yılında evlendiklerini, davalının evlilik birliği sürecinde sadakate aykırı davranışlarda bulunması, eşini başka kadınlarla aleni hatta aile konutuna da getirmek suretiyle aldatması nedeniyle boşanma tazminatı olarak müvekkiline 621 ada 270 parselde kayıtlı 1 numaralı bağımsız bölümü satın aldığını, banka kredisi kullanılması nedeniyle taşınmazın davalı adına tescil edildiğini, vekil edeninin bedelsiz olarak bu taşınmazda oturduğunu, taşınmazın alınmasının ertesi günü 21.04.2005 tarihinde tarafların mahkemede boşandıklarını, kredi borçları bittiğinde kendisine taşınmazın devredileceği inancı ile davacının taşınmazın davalı adına tescilini kabul ettiğini, taşınmaza ait kredi borçları bittiği halde aralarındaki inançlı işleme aykırı olarak ve vekâlet görevini kötüye kullanarak davalının söz konusu taşınmazı müvekkiline devretmediğini, inançlı işlemin ispatı için yazılı belge gerekli ise de eşler arasında anlaşma yapılması hayatın olağan akışına uygun olmadığından tanık deliline dayanılabileceğini açıklayarak tapu kaydının iptali ile vekil edeni adına tapuya tesciline karar verilmesini istemiş, 15.12.2009 tarihli ıslah dilekçesi ile öncelikle tanık dinlenemeyeceğine ilişkin ara kararından dönülmesini aksi halde tapu iptali ve tescil talepleri baki kalmak üzere taşınmazın gerçek değerinin tespit edilip inançlı işlem yerine getirilmediğinden beklenen menfaatleri zarara uğratılan davacı lehine BK’nın 96.maddesine göre bu bedel tutarında tazminata hükmedilmesini, tazminat yönünden de tanık dinlenmesini talep etmiştir.
Davalı ... vekili, müvekkilinin eski eşini aldattığına dair beyanların konu ile ilgili olmadığını, bu husustaki hukuki ve cezai haklarını saklı tuttuklarını, daireyi davalının davacıya devredeceği iddiasının gerçek olmayıp kira ödemeden davacının oturmasına izin veren davalının iyiniyetinin istismar edildiğini, davalının iyiniyeti sebebiyle Kartal’daki dairenin yarı payını davacı üzerine yaptığını, araba, motosiklet aldığını, dava konusu dairenin tüm kredi borcunu davalının ödediğini, böyle bir boşanma tazminatı olmadığını, inançlı işleme dayanılmış ise de ortada iki tarafın haklarından feragat ettiğini içeren kesin hüküm bulunduğunu, davacının bizzat inançlı işlemin yazılı belge ile ispatlanması gerektiğini kabul ettiğini, taraflar arasında böyle bir anlaşma bulunmadığını açıklayarak haksız davanın reddini savunmuştur.
Aile Mahkemesi'nin görevli olduğundan bahisle Mahkemenin verdiği görevsizliğe ilişkin ilk kararın temyiz incelemesi sonunda Daire tarafından bozulması üzerine davaya genel mahkemede bakılarak yapılan yargılama sonunda Mahkemece, taraflar arasında yazılı inanç sözleşmesi olmadığı gibi yazılı delil niteliğinde belgede olmadığı,alım tarihinin boşanma davasından önce olmasının da yazılı delil başlangıcı sayılamayacağı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmesi üzerine hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Taraflar 20.05.1999 tarihinde evlenmişler, 08.04.2005 tarihinde açılan boşanma davasının kabulüne ilişkin kararın 21.04.2005 tarihinde kesinleşmesi ile boşanmışlardır. Dava konusu Kadıköy 621 ada 270 parselde zemin kat 1 nolu daire 20.04.2005 tarihinde davalı ... adına satın alınarak tescil edilmiş, aynı tarihte davalı adına konut kredisi kullanılmış ve kredi 16.06.2009 tarihinde kapatılmıştır.
Bilindiği üzere; inanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan, onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın, inanılan tarafından inanana geri verme (iade) şartlarını içeren borçlandırıcı bir muameledir. Bu sözleşme, taraflarının hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir akit olup, alacak ve mülkiyetin naklinin hukuki sebebini teşkil eder.
İnançlı sözleşme yargısal kararlarda; inanılan tarafın elde ettiği hakkı, taraflarca güdülen amaç sona erdikten veya belirli bir süre geçtikten sonra, inanana veya üçüncü kişiye devretme taahhüdünü içeren bir anlaşma olarak tarif edilmiştir (HGK’nun 13.05.1992 gün ve 1992/14-249 E, 1992/323 K. sayılı kararı).
İnançlı işlemin taraflarını, inanan ve inanılan oluşturur. Bir hakkı ya da nesneyi, güvendiği bir kişiye inançlı olarak devreden kimseye “inanan” adı verilir. Devredilen hak veya nesneyi, kendisine ait bir hak olarak kendi yararına, doğrudan doğruya ve dolaylı olarak kullanan kişiye de “inanılan” denir. İnananın, inanılana inançlı olarak kazandırdığı hak ya da nesne ise “inanç konusu şey” olarak nitelenir. İnançlı bir işlemde, kazandırıcı işlemin tarafları ile borç doğuran anlaşmanın tarafları aynıdır.
İnançlı işlemde inanılan, hakkını kullanırken kararlaştırılan koşullara uymayı, amaç gerçekleşince veya süre dolunca hak veya nesneyi tekrar inanana (veya onun gösterdiği üçüncü kişiye) devretmeyi yüklenmektedir. İnançlı işlem, kazandırmayı yapan kişiye yani inanana belirli şartlar gerçekleşince, kazandırmanın iadesini isteme hakkı sağlayan bir sözleşmedir. Bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi halinde, bunun dava yoluyla hükmen yerine getirilmesi istenebilir.
İnançlı işlemler, kişinin kendisini gizlemek amacıyla, teminat amacıyla veya alacaklıdan mal kaçırmak amacıyla da yapılabilecek işlemlerdir. Taraflar böyle bir sözleşme ve buna bağlı işlemle genellikle, teminat teşkil etmek veya idare olunmak üzere, mal varlığına dahil bir şey veya hakkı, aynı amacı güden olağan hukuki muamelelerden daha güçlü bir hukuki durum yaratarak, inanılana inançlı olarak kazandırmak için başvururlar.
Diğer bir anlatımla, bu işlemle borçlu, alacaklısına malını rehin edecek, yani yalnızca sınırlı ayni bir hak tanıyacak yerde, malının mülkiyetini geçirerek rehin hakkından daha güçlü, daha ileri giden bir hak tanır.
Sözleşmenin ve buna bağlı temlikin, değinilen bu özellikleri nedeniyle, hakkı inanç sözleşmesi ile satan kimsenin artık sadece, ödünç almış olduğu parayı geri vererek işlem konusu hakkın kendisine temlik edilmesini istemek yolunda bir alacak hakkı; inançlı işlem konusunu inanç sözleşmesi ile alan kimsenin de borcun ödenmesi gününe kadar başkasına satmamak ve borç ödenince de geri vermek yolunda bir borcu kalmıştır.
Diğer bir bakış açısıyla, inançlı işlem konusu hakkın mülkiyeti inanılana (alacaklıya) geçmiştir. İnançlı işlem konusu taşınmaz ise, taşınmazda inanarak satanın (borçlu) mülkiyet hakkı kalmadığı gibi, alıcının bu mülkiyet hakkı üzerinde kurulmuş olan bir rehin hakkından da söz edilemez.
İnanç sözleşmeleri, tarafların karşılıklı iradelerine uygun bulunduğu için, onlara karşılıklı borç yükleyen ve alacak hakkı veren geçerli sözleşmeler olduğundan (mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu m. 81), anılan sözleşmelerde, taraflar, sözleşmenin kendilerine yüklediği hak ve borçları belirlerken, inançlı işlemin sona erme sebeplerini; devredilen hakkın inanılan tarafından inanana iade şartlarını, bu arada tabii ki süresini de belirleyebilirler. Bunun dışında, akde aykırı davranışın yaptırımına da sözleşmelerinde yer verebilirler. Buna dair akit hükümleri de mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 19 ve 20 maddelerine aykırılık teşkil etmediği sürece, geçerli sayılır.
İnanç sözleşmelerinin tarafları arasında, onların gerçek iradelerini ve akitten amaçladıklarını yansıtması bakımından geçerli olduğu; taraflarına Borçlar Kanunu çerçevesinde nispi haklarını talep etme olanağını verdiği tartışmasızdır.
Yeri gelmişken belirtilmelidir ki, inanç sözleşmeleri kaynağını mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 18. maddesi ile 05.02.1947 tarihli ve 20/6 sayılı Yargıtay İnançları Birleştirme Kararından almakta, bu karar dayanak yapılmak suretiyle çözüme gidilmektedir.
Söz konusu kararda; eski hukuka göre mümkün ve geçerli olan muvazaa ve nam-ı müstear iddialarının, Medeni Kanun’un yürürlüğünden sonra taşınmaz mallar hakkında dinlenip dinlenemeyeceği tartışılmıştır.
Anılan kararda; çeşitli sebep ve amaçlarla bir taşınmaz kaydına gerçek malik yerine başka bir nam ve bir sözleşmede akitlerden biri yerine üçüncü bir şahsın gösterilmesinin mümkün olduğu, bu gibi hallerde vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına yaptığı tasarruflarda olduğu gibi hukuki bir durum veya herhangi bir maksatla üçüncü şahıslardan gerçeği gizleme gayesi güdülebileceği, "kötü niyetli ve haksız gizlemeler" dışında, belirtilen olasılıklara göre açılacak bir davanın, gerçekten, ya mevcut bir hakka dayanarak bir el değiştirme veya bir hakkın korunması niteliğini taşıyacağı; bu durumda, halefiyeti düzeltme amacıyla öncelikle mülkiyetin vekile aidiyeti düşünülse bile, temsil hükümlerine aykırı olduğundan bunun korunması ve devamına hükmolunamayacağı, zira Borçlar Kanunu’nun "müvekkil vekiline karşı muhtelif borçlarını ifa edince vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına üçüncü şahıstaki alacağı müvekkilin olur" hükmünün bu düşünceyi doğruladığına değinildikten sonra sonuçta, nam-ı müstear davalarının dinlenebilir ve yazılı delil ile ispatının mümkün olduğuna, hükmolunmuştur.
İnançları Birleştirme Kararlarının konularıyla sınırlı, gerekçeleriyle açıklayıcı, sonuçlarıyla bağlayıcı bulunduğu tartışmasızdır. Belirtilen İnançları Birleştirme kararının sonuç bölümü uyarınca; inanç sözleşmesi olarak anılan belgenin sözleşmeye taraf olanların imzasını içermesi yeterli görülmüş olup, inanç sözleşmesine dayalı iddiaların şekle bağlı olmayan, tarafların imzasını taşıyan yazılı belge ile kanıtlanabileceği, inançlı işleme konu belgenin, akit tarihinden önce ya da sonra düzenlenmesinin sonuca etkili olmadığına hükmedilmiştir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun, 23.05.1990 gün ve 1990/1-2002 E. 1990/315 K.; 17.10.1990 gün ve 1990/14-325 E. 1990/492 K.; 29.06.2005 gün ve 2005/14-395 E. 2005/421 K.; 28.12.2005 gün ve 2005/14-677 E. 2005/774 K.; 01.07.2009 gün ve 2009/13-222 E., 2009/299 K. sayılı kararlarında da bu ilkeler benimsenmiş olup, bu kararlar, iyiniyet ve hakkaniyete ilişkin kuralların da hukukumuzun temeli olmasının bir sonucudur.
İnanç sözleşmelerinin hukuki dayanağını anlattıktan sonra uyuşmazlığın çözümünde faydalı olacağı düşünüldüğünden ispat hukuku açısından da konuya bakılması gerekmektedir.
İnançlı işlemi doğrudan düzenleyen bir kanun hükmü bulunmadığından, ispatı hakkında da kanunlarımızda bir hüküm yer almış değildir. İnançlı işlemin ana unsurları, inanç sözleşmesi ve kazandırıcı işlem (hakkın devri işlemi) nasıl özel bir şekle bağlı değilse, inançlı işlemin ispatında da, kural olarak özel bir biçim koşulunun aranmaması, inançlı işlemin ispatında genel hükümlerin uygulanması gerekir.
Buna göre, inançlı işlem nedeniyle iade, tazminat veya sözleşmenin feshini isteyen taraf 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu (TMK)’nun 6.maddesi uyarınca iddiasını ispat etmek zorundadır.
İnanç sözleşmeleri kaynağını Borçlar Kanunu'nun 18.maddesi ile 5.2.1947 tarihli ve 20/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararından almakta olup, sözü edilen bu karar uyarınca inanç ilişkisi kural olarak ancak, yazılı delille kanıtlanabilir. Bu yazılı delil, tarafların getirecekleri ve onların imzalarını taşıyan bir belge olmalıdır.
Esasen, yazılı şeklin, kanıtlama aracı olduğu ilkesinden hareketle uygulamada, yine ispat vasıtası olarak yemin (mülga 1086 sayılı HUMK.m.337), ikrar ve kabul tarafı bağlayıcı kabul edilmiş, davanın (iddianın) kanıtlanabileceği sonucuna varılmıştır.
Ancak, uygulama bununla da yetinmemiş, yazılı delil başlangıcı sayılabilecek belge ve vakıaların tamamlayıcı kanıtlarla (mülga 1086 sayılı HUMK.m.292), inanç sözleşmesinin varlığını kanıtlayabileceğini kabul etmiştir (Hukuk Genel Kurulu’nun 01.07.2009 gün ve 2009/13-222 E. 2009/299 K.; 14.07.2010 gün ve 2010/14-394 E. 2010/395 K. ile 15.04.2011 gün ve 2011/13-14 E. 2011/189 K. sayılı kararları).
Buna göre, inanç ilişkisinin varlığını kabul edebilmek için açıklanan nitelikte bir yazılı delil bulunmasa da, yanlar arasındaki uyuşmazlığın tümünü kanıtlamaya yeterli sayılmamakla beraber bunun vukuuna delalet edecek, karşı tarafın elinden çıkmış (inanılan tarafından el ile yazılmış fakat imzalanmamış olan bir senet veya mektup, daktilo veya bilgisayarla yazılmış olmakla birlikte inanılanın parafını taşıyan belge, usulüne uygun onanmamış parmak izli veya mühürlü senetler gibi) yazılı delil başlangıcı niteliğinde bir belgenin varlığı halinde; yazılı delil başlangıcı niteliğinde belge varsa, mülga 1086 sayılı HUMK’nun 292. maddesi uyarınca inanç sözleşmesi “tanık” dahil her türlü delille ispat edilebilir.
Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde, dosya muhtevasına, dava evrakı ile yargılama tutanakları münderecatına, mevcut deliller Mahkemece takdir edilerek karar verildiğine ve taktirde bir isabetsizlik görülmediğine, davacı tarafın inançlı işlem iddiasına dayanak bir yazılı belge sunamadığı gibi evlilik içinde olsa dahi yazılı delil başlangıcı niteliğinde az yukarıda açıklanan hususlara uygun bir belge de olmadığına, bu durumda tanık deliline dayanılamayacağına, tanıkla ispat mümkün olamayacağına, davacının iddiasında bildirdiği 07.10.1953 tarih 1953/8 esas 1953/7 karar sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu kararının olayda uygulanma imkanı bulunmadığına, 01.04.2010 tarihli yargılama oturumunda da davacı vekili yemin vermeyeceklerini, yemin teklifinde bulunmayacaklarını imzalı beyanı ile bildirdiğine göre Mahkemenin benzer gerekçelerle yazılı şekilde davanın reddine karar verilmesi doğru olduğundan davacı vekilinin yerinde olmayan temyiz itirazlarının reddi ile usul ve yasaya uygun görülen hükmün ONANMASINA, taraflarca HUMK'nın 388/4. (HMK m.297/ç) ve HUMK'nın 440/I. maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, Yargıtay duruşmasının yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi hükümleri uyarınca 1.100,00 TL Avukatlık Ücreti'nin davacıdan alınarak Yargıtay duruşmasında avukat marifetiyle temsil olunan davalıya verilmesine ve 25,20 TL peşin harcın istek halinde davacıya iadesine 14.10.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Yargıtay 14. Hukuk Dairesi 2011/4642 E. 2011/6061 K. 04.05.2011 KT.
Davacı tarafından, davalı vekili aleyhine 28.05.2008 gününde verilen dilekçe ile tapu iptali ve tescil istenmesi üzerine yapılan duruşma sonunda; davanın reddine dair verilen 10.02.2011 günlü hükmün Yargıtayca incelenmesi davacı tarafından istenilmekle süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:
Karar
Dava, inanç sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.
Davalılardan ..., ... ve İbrahim taşınmazın 1/2 paylı olarak satın alındığını, zamanaşımının gerçekleştiğini, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, 10 yıllık zamanaşımı süresi dolduğundan bahisle dava reddedilmiştir.
Hükmü, davacı temyiz etmiştir.
İnançlı işlemler, inananın teminat oluşturmak veya yönetilmek üzere mal varlığı kapsamındaki bir şey veya hakkını, inanılana devretmesi ve inanılanın da inanç anlaşmasındaki koşullara uygun olarak inanç konusu şeyi kullanmasını, amaç gerçekleştiğinde ise belirlenen şekilde inanana iade etmesini içeren işlemlerdir.
İnançlı bir işlem ile inanan, sahibi olduğu bir mülkiyet veya alacak hakkını inanılana kazandırıcı bir işlemle devretmekte ancak borçlandırıcı bir sözleşme ile de onu bazı yükümlülükler altına sokmaktadır.
İnançlı işlemin taraflarını, inanan ve inanılan oluşturur. Bir hakkı ya da nesneyi, güvendiği bir kişiye inançlı olarak devreden kimseye “inanan” adı verilir. Devredilen hak veya nesneyi, kendisine ait bir hak olarak kendi yararına, doğrudan doğruya ve dolaylı olarak kullanan kişiye de “inanılan” denir. İnananın, inanılana inançlı olarak kazandırdığı hak ya da nesne ise “inanç konusu şey” olarak nitelenir. İnançlı bir işlemde, kazandırıcı işlemin tarafları ile borç doğuran anlaşmanın tarafları aynıdır.
İnançlı işlemde inanılan, hakkını kullanırken kararlaştırılan koşullara uymayı, amaç gerçekleşince veya süre dolunca hak veya nesneyi tekrar inanana (veya onun gösterdiği üçüncü kişiye) devretmeyi yüklenmektedir. İnançlı işlem, kazandırmayı yapan kişiye yani inanana belirli şartlar gerçekleşince, kazandırmanın iadesini isteme hakkı sağlayan bir sözleşmedir. Bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi halinde bunun dava yoluyla hükmen yerine getirilmesi istenebilir.
Gerçekten, inanç sözleşmesinden doğan davalar için özel bir zamanaşımı süresi öngörülmediğinden Borçlar Kanununun 125. maddesi hükmü gereğince inanç sözleşmesinden kaynaklanan davalarda zamanaşımı süresi on yıl olarak kabul edilmektedir. Borçlar Kanununun 128. maddesi gereğince de zamanaşımı alacağın muaccel olduğu tarihte başlar. Bu gibi davalarda zamanaşımının başlama tarihi, inanç sözleşmesine dayanan kişinin tapuda iradi ferağ verileceği umudunu yitirdiği tarih olarak kabul edilmektedir. Davacı ferağ umudunu kaybettiğini dava açmak suretiyle gösterdiğinden açılan dava zamanaşımı süresi içindedir.
Mahkemece çekişmenin esasının incelenerek bir hüküm kurulması gerekirken zamanaşımının gerçekleştiği kabul edilerek davanın reddedilmesi doğru olmadığından karar bozulmalıdır.
Sonuç
Yukarıda yazılı nedenlerle temyiz olunan kararın BOZULMASINA, peşin yatırılan harcın iadesine, 04.05.2011 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2008/11750 E. 2009/1099 K. 29.01.2009 KT.
Taraflar arasında görülen davada; Davacı,kayden paydaşı bulunduğu 14 nolu bağımsız bölümdeki ½ payını eşi A. Binice’nin hilesi ile Y.D.e,onun da taşınmazı eşi A.’a,ondan da davalıya satış yoluyla temlik ettiğini,boşanma aşamasında olan eşinin kendisinden mal kaçırmayı,hak ve alacağına kavuşmasını engellemeyi amaçladığını,temliklerin gerçek olmadığını ileri sürüp, tapu kaydının iptali ile taşınmazın kendisi ve eşi A.adına tesciline karar verilmesini istemiştir. Davalı,dava konusu taşınmaz payını bedelini ödeyerek satın aldığını,iyi niyetli bulunduğunu belirtip davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece,çekişme konusu taşınmaz payının davalıya temlikinin muvazaalı olduğu,davalının ödeme savunmasını ispat edemediği gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Karar,davalı tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla, tetkik hakimi . . raporu okundu. Düşüncesi alındı. Dosya incelendi. Gereği görüşülüp, düşünüldü.
Karar
Dava,inançlı işleme dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.
Mahkemece,davanın kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden,toplanan delillerden;çekişme konusu 14 nolu bağımsız bölümün ½’ şer payla malikleri olan davacı ve eşi A.Binice tarafından 15.04.2005 tarihli akitle Y. D.’e,ondan 20.06.2005 tarihli akitle yeniden A. B.’ye,ondan da 29.06.2005 tarihli akitle davalıya satış yoluyla temlik edildiği anlaşılmaktadır.
Davacı,anılan temlikin inançlı işlem sonucu yapıldığını ileri sürerek eldeki davayı açmıştır.
Bilindiği gibi, 5.2.1947 tarih ve 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı gereğince inançlı işleme dayalı davalarda, iddianın ispatı bakımından yazılı belgenin bulunması veya inançlı işleme taraf olan kişinin kabul beyanının olması veya diğer delillerle desteklenen yazılı delil başlangıcının bulunması gerekmektedir.
Eldeki davada ise yazılı delil bulunmamaktadır. Her ne kadar,taşınmazı devralan Y. D. tanık olarak verdiği beyanında,dava konusu taşınmazı bedelsiz devraldığını,bir bedel ödemediğini belirtmişse de,anılan beyan sadece kişinin kendisini bağlamakta olup, davalı M.yönünden inançlı işlemin varlığı konusunda delil olarak kabulü mümkün değildir. Bu nedenle ilk işlemin inançlı olduğu ispat edilemediğinden, kayıt maliki davalı M. yönünden TMK.nun 1023.maddesi anlamında iyi niyet araştırması yapılmasına da gerek bulunmamaktadır.
Yukarıda açıklanan nedenlerle ayrıca davacı N.hem kendi payı hemde davada taraf olmayan kişi adına da tapu iptal ve tescil isteminde bulunmuş ise de bu kişinin payı yönünden davacının taraf ehliyeti bulunmadığından davanın reddinin gerekeceği tartışmasızdır.
Hal böyle olunca;davanın reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere hüküm tesisi isabetsizdir. Davalının temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerle HUMK.nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 29.01.2009 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.